Tarabya Tarihi 2
 THERAPIA'DA HAYAT

 

                               

 

      Zamanın modası  gereğince  kurdeleler ve tüylerle süslenmiş şapkalar, tutmadığın zaman kaldırımları süpüren geniş ve çok katlı  etekler olmadan gezmeye çıkmayan pek çok hanımefendi için Therapia'nın  meltemi sürekli bir işkenceydi...Bir başka şikayeti de çok sık duyardık :Bu kadar çok büyükelçilikler,oteller,savaş gemileri ve gelip geçen yabancıları ile Therapia artık bir sayfiye yeri değil, çok gürültülü kozmopolit bir yerdi.  Boğaziçi köyleri arasındaki irtibatın eskiden, sahilden değil ancak dağ yolları ile sağlandığını daha önce de söylemiştim. Benim zamanımda deniz yolunun tercih edilmesiyle bu yollar artık önemini kaybetmişti.Fakat bu eski yollar  o derecede göz alıcıydılar ki yazlıkçılar  onları şahsen koruyorlardı.

 

                 Arabası veya atı olmayanlar doğal olarak akşamüstü gezintilerini sahilde yapmayı tercih ederlerdi.Yoruldukları zaman bir kayığa veya muhacir arabaları denilen ve yoldan sık geçen bu farklı arabalardan birine binmeleri  onlar için kolaydı. Muhacir arabaları ve kayıklar Boğaz trafiğinin ihtiyacını karşılıyordu. Ebeveynimin üç çif kürekli bir kayığı vardı.Genişliği 1 metre, uzunluğu ondört metreyi buluyordu.Kayıkçılar aynı biçimde giyinmişlerdi. Çok geniş beyaz dizlikler ve Bursa'nın  bürümcekli kumaşından yapılmış kolları geniş  çizgili gömleklerdi.Kürek çekmedikleri zamanlarda altın nakış işlemeli,önü kavuşmayan bir çeşit yelek giyerlerdi.Kayıklar sahiplerinin evlerinde korunuyorlardı.Eskiden her sayfiye evinin zemin katında bir tünel aracılığı ile denizle irtibat kuran bir kayıkhanesi vardı.

 

                 Bir zamanlar Therapia'da üç okul vardı.Anaokulu, kızokulu ve erkek okulu. Bunlardan birincisi ve üçüncüsünü dedem yaptırmıştı.

 

                 Therapia'nın büyük panayırı 24 Haziran tarihinde yapılırdı.Panayır üç gün üç gece sürer,bütün bu süre boyunca hiç kimsenin gözüne uyku girmezdi.Therapia iplere asılan rengarenk kağıt bayraklarla süslenirdi.Diğer köylerin tüm eğlence düşkünleri  Therapia'da toplanırdı.Hava kararır kararmaz hemen ateşler yanardı.Ateşlerin parıltısından bütün rıhtımın yandığını zannederdin.İşte o zaman sevinç gösterileri de başlardı.Babam da her zaman gösterilere katılırdı.Bizim için eğlence çok büyük bir olaydı.Daha küçükken ateşten korkmamayı öğrenmiştik.

 

                   Therapia tepeleri en çok sevdiğimiz  yürüyüş güzergahlarından biriydi. Şahsen ben o kadar çok seviyordum ki  ne zaman Poli'ye (İstanbul) ziyarete bir yabancı gelse, onun Boğaziçi'nin yüksek yerlerini  tanımasının eski Bizans eserlerini  tanıması kadar ilginç olduğuna inanıyordum. Tercihim bahçenin arka kapısının önünden geçen bizi komşu köylere götüren bir patikaydı.Bu patika eski yıllarda araba yolu olmalıydı; çünkü böğürtlen ve fındık ağaçlarının neredeyse yolu tamamen kaplamış olmasına rağmen,yolun bir çok kıvrımında rastladığın aynı büyüklükte  dikdörtgen taşlar Roma tarzının  mucizevi güzelliğini yansıtıyordu.

 

                   Polililer (İstanbullular) her yazlık arazi için bağ kelimesini kullanırdı.Daha önce de bahsettiğim gibi, Marmara sahilleri uçsuz bucaksız bağlarla kaplı olduğundan, yerli halk bugun bile  tüm arazilere "bağ" demeye devam ediyor.Ben doğmadan  Aristarhis'in bağı çok parlak günler yaşamış.Babaannemin bana anlattıklarına göre her salı akşamüstü Türk  başkentinin tüm hariciyecileri Prenses Aristarhi'yi ziyarete gelmektedir. Ev sahibesi, kocasının  Sultan'a karşı çok güçlü olması sebebiyle,diplomatlar tarafından hayranlıkla karşılanır.Ekseriya Türk mabeyninin  tüm diplomatlarında olduğu gibi, gün gelip de Aristarhis gözden düşünce Aristarhislerin  evi de  aynı kaderi paylaşır. Bir kaç sene sonra Aristarhis'in köşkü ve ünlü seraları yok olur.Bağlar bozulur,hatta araziyi çeviren  duvar bile yıkılır.Bu zenginlikten geriye kalanlar sadece  nazik güllerden, yaban güllerine dönüşen gül ağaçlarıdır.Çoğu kez bu ıssız arazinin görkemli çam ağaçları altında otururken,kısa bir sürede böyle bir yok oluşun sadece Türkiye'de yaşanabileceğini düşünürdüm; zira başka hiç bir yerde talihin iniş çıkışları bu denli ani değildir.

 

                          1894 İSTANBUL DEPREMİ VE THERAPIA :    (10 TEMMUZ 1894)

 

                  Annem ; kızkardeşim Eleni ile birlikte o sene üçüncü kez Saint-Moritz'e gitti. Orada oldukları sırada  korkunç bir deprem İstanbul'u sarstı ve pek çok zararın yanısıra,büyük antik çarşının da bir bölümünü yıktı.Galata'da çalışan beyler  yollara çıktılar. Çoğu ceketlerini bile alamadan vapurlara doluşup gömlekleriyle sayfiye yerlerine vardılar.

 

                    En şiddetli sarsıntı 12:30'da,çoğunluğun yemek yediği  saatte oldu.Sarsıntılar  Marmara'ya göre Boğaz'da daha hafif olmasına rağmen,yemek odasındaki lambamız öyle bir şiddetli  sallanmaya başladı ki tavana vuracağını zannettim.İlk büyük felaket geçtikten sonra Therapia'nın sahiline çıktık ve korkmuş komşularımızla karşılaştık.Yolun zemini pek çok noktada yarılmıştı. Depremin merkezi Büyükada idi.Oradaki taş evlerin büyük bölümü oturulamaz hale geldi.Ahşap evlere hiç bir şey olmadı,sadece evlerin içindeki mobilya ve eşya zarar gördü.

 

                   Bu feci deprem hiç beklenmedik bir sonuç ortaya çıkardı.Uluslararası Klinamakson Firması'nın Therapia'da inşa ettiği muhteşem Summer Palace Hotel bir sene önce tamamlanmıştı.Fakat kimsenin gelip kalmak istememesi sebebiyle otel boş kalmıştı ve firma iflasa sürükleniyordu.O zamanlar İstanbul'un yazlıkçıları Büyükada'yı tercih ediyorlardı.Kaybedilen ve kaybedilecek yeni zararlardan korkan İstanbullular toplu halde Boğaz'a taşındılar.Summer Palace Oteli birdenbire doldu.Bu zorunlu izdiham Therapia'nın güzelliklerinden habersiz olanlara  bunları tanıma fırsatını verdi.Böylece Marmara'daki felaket Boğaz'ı popüler yaptı.Summer Palace 1.Dünya Savaşı'na kadar halkın ilgisini çekmeye devam etti.Bu otel tüm faaliyetlerin merkezi Therapia'nın kalbiydi.Her sabah deniz tesislerine yüzmeye gidiyorduk.Kortlarında tenis oynuyorduk ve bisiklet pisminde yarış yapıyorduk.Büyüdüğümüz zaman  her cumartesi gecesi düzenlenen balolardan hiç eksik kalmazdık.

 

                 Summer Palace inşa edildiği zaman insanların çoğu,özellikle küçük ve eski oteller olmak üzere Threapia'daki diğer otellere acıyorlardı.Çünkü kimsenin buralara ayak basmayacağını düşünüyorlardı.Fakat tam tersi oldu.Summer Palace  Therapia'ya o kadar çok insan çekti ki,küçük otellere sadece fazla para harcamak istemeyenler gidiyordu.Böylece bu durum Summer Palace Oteli gibi büyük fakat daha ucuz olan ikinci bir otelin daha inşaa edilmesine sebep oldu :Hotel Tokatlıyan.Bu yeni otel de Summer Palace gibi hep doluydu.

 

                 1894'ün sonbaharında  Boğaz'da çok uzun kaldık.Yeni bir deprem korkusu bizi orada tutuyordu. Kış bizi Therapia'da yakaladı.Şiddetli yağmurlarla başladı ve karla son buldu.Fakat bu hava bizim için ne eğlenceydi ! Evde şömineler,gaz sobaları ve mangallar yanıyordu.

 

                  Erken soğuk,bol balık ve çulluk getirdi.Çullukları evimizin bahçesinde vuruyorlardı.Abraham isimli bir Ermeniye ait bir arazide karaca ve yaban domuzu vuruyorlardı.Abraham'ın arazisi evimizden sadece altı km uzaktaydı. Abraham, arkadaşları için sürek avları düzenlerdi.Bir keresinde Abraham Paşa'nın konağında verdiği bir yemekte  arkadaşlarına  çeşitli av hayvanlarıyla birlikte ayı ve kirpi de sunduğunu ve mönünün çok ses getirdiğini hatırlıyorum.

 

                 Büyük balıklara gelince,bunları Threpia körfezinde bile yakalıyordun.Palamut sürülerinin geçişleri  benzeri görülmemiş bir durumdu.Kayıklar İstanbul'a öyle bir  dolu gidiyorlardı ki bazen yolda batıyorlardı.

 

                 Kış gecelerinde, topladığımız kestaneler akşamları etrafında oturduğumuz mangalda pişirilirdi.Bu da bir eğlenceydi.Bazen biz çocuklardan biri dikkat etmez ve topladığımız kestaneleri yarmadan  kor ateşe koyardı. O zaman da patlamalar başlardı.Annem haklı olarak bize çok kızardı.

 

       (YORGO L. ZARİFİ-HATIRALARIM)

 

 
Bugün 6 ziyaretçi (7 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol