THERAPIA'DA HAYAT
Zamanın modası gereğince kurdeleler ve tüylerle süslenmiş şapkalar, tutmadığın zaman kaldırımları süpüren geniş ve çok katlı etekler olmadan gezmeye çıkmayan pek çok hanımefendi için Therapia'nın meltemi sürekli bir işkenceydi...Bir başka şikayeti de çok sık duyardık :Bu kadar çok büyükelçilikler,oteller,savaş gemileri ve gelip geçen yabancıları ile Therapia artık bir sayfiye yeri değil, çok gürültülü kozmopolit bir yerdi. Boğaziçi köyleri arasındaki irtibatın eskiden, sahilden değil ancak dağ yolları ile sağlandığını daha önce de söylemiştim. Benim zamanımda deniz yolunun tercih edilmesiyle bu yollar artık önemini kaybetmişti.Fakat bu eski yollar o derecede göz alıcıydılar ki yazlıkçılar onları şahsen koruyorlardı.
Arabası veya atı olmayanlar doğal olarak akşamüstü gezintilerini sahilde yapmayı tercih ederlerdi.Yoruldukları zaman bir kayığa veya muhacir arabaları denilen ve yoldan sık geçen bu farklı arabalardan birine binmeleri onlar için kolaydı. Muhacir arabaları ve kayıklar Boğaz trafiğinin ihtiyacını karşılıyordu. Ebeveynimin üç çif kürekli bir kayığı vardı.Genişliği 1 metre, uzunluğu ondört metreyi buluyordu.Kayıkçılar aynı biçimde giyinmişlerdi. Çok geniş beyaz dizlikler ve Bursa'nın bürümcekli kumaşından yapılmış kolları geniş çizgili gömleklerdi.Kürek çekmedikleri zamanlarda altın nakış işlemeli,önü kavuşmayan bir çeşit yelek giyerlerdi.Kayıklar sahiplerinin evlerinde korunuyorlardı.Eskiden her sayfiye evinin zemin katında bir tünel aracılığı ile denizle irtibat kuran bir kayıkhanesi vardı.
Bir zamanlar Therapia'da üç okul vardı.Anaokulu, kızokulu ve erkek okulu. Bunlardan birincisi ve üçüncüsünü dedem yaptırmıştı.
Therapia'nın büyük panayırı 24 Haziran tarihinde yapılırdı.Panayır üç gün üç gece sürer,bütün bu süre boyunca hiç kimsenin gözüne uyku girmezdi.Therapia iplere asılan rengarenk kağıt bayraklarla süslenirdi.Diğer köylerin tüm eğlence düşkünleri Therapia'da toplanırdı.Hava kararır kararmaz hemen ateşler yanardı.Ateşlerin parıltısından bütün rıhtımın yandığını zannederdin.İşte o zaman sevinç gösterileri de başlardı.Babam da her zaman gösterilere katılırdı.Bizim için eğlence çok büyük bir olaydı.Daha küçükken ateşten korkmamayı öğrenmiştik.
Therapia tepeleri en çok sevdiğimiz yürüyüş güzergahlarından biriydi. Şahsen ben o kadar çok seviyordum ki ne zaman Poli'ye (İstanbul) ziyarete bir yabancı gelse, onun Boğaziçi'nin yüksek yerlerini tanımasının eski Bizans eserlerini tanıması kadar ilginç olduğuna inanıyordum. Tercihim bahçenin arka kapısının önünden geçen bizi komşu köylere götüren bir patikaydı.Bu patika eski yıllarda araba yolu olmalıydı; çünkü böğürtlen ve fındık ağaçlarının neredeyse yolu tamamen kaplamış olmasına rağmen,yolun bir çok kıvrımında rastladığın aynı büyüklükte dikdörtgen taşlar Roma tarzının mucizevi güzelliğini yansıtıyordu.
Polililer (İstanbullular) her yazlık arazi için bağ kelimesini kullanırdı.Daha önce de bahsettiğim gibi, Marmara sahilleri uçsuz bucaksız bağlarla kaplı olduğundan, yerli halk bugun bile tüm arazilere "bağ" demeye devam ediyor.Ben doğmadan Aristarhis'in bağı çok parlak günler yaşamış.Babaannemin bana anlattıklarına göre her salı akşamüstü Türk başkentinin tüm hariciyecileri Prenses Aristarhi'yi ziyarete gelmektedir. Ev sahibesi, kocasının Sultan'a karşı çok güçlü olması sebebiyle,diplomatlar tarafından hayranlıkla karşılanır.Ekseriya Türk mabeyninin tüm diplomatlarında olduğu gibi, gün gelip de Aristarhis gözden düşünce Aristarhislerin evi de aynı kaderi paylaşır. Bir kaç sene sonra Aristarhis'in köşkü ve ünlü seraları yok olur.Bağlar bozulur,hatta araziyi çeviren duvar bile yıkılır.Bu zenginlikten geriye kalanlar sadece nazik güllerden, yaban güllerine dönüşen gül ağaçlarıdır.Çoğu kez bu ıssız arazinin görkemli çam ağaçları altında otururken,kısa bir sürede böyle bir yok oluşun sadece Türkiye'de yaşanabileceğini düşünürdüm; zira başka hiç bir yerde talihin iniş çıkışları bu denli ani değildir.
1894 İSTANBUL DEPREMİ VE THERAPIA : (10 TEMMUZ 1894)
Annem ; kızkardeşim Eleni ile birlikte o sene üçüncü kez Saint-Moritz'e gitti. Orada oldukları sırada korkunç bir deprem İstanbul'u sarstı ve pek çok zararın yanısıra,büyük antik çarşının da bir bölümünü yıktı.Galata'da çalışan beyler yollara çıktılar. Çoğu ceketlerini bile alamadan vapurlara doluşup gömlekleriyle sayfiye yerlerine vardılar.
En şiddetli sarsıntı 12:30'da,çoğunluğun yemek yediği saatte oldu.Sarsıntılar Marmara'ya göre Boğaz'da daha hafif olmasına rağmen,yemek odasındaki lambamız öyle bir şiddetli sallanmaya başladı ki tavana vuracağını zannettim.İlk büyük felaket geçtikten sonra Therapia'nın sahiline çıktık ve korkmuş komşularımızla karşılaştık.Yolun zemini pek çok noktada yarılmıştı. Depremin merkezi Büyükada idi.Oradaki taş evlerin büyük bölümü oturulamaz hale geldi.Ahşap evlere hiç bir şey olmadı,sadece evlerin içindeki mobilya ve eşya zarar gördü.
Bu feci deprem hiç beklenmedik bir sonuç ortaya çıkardı.Uluslararası Klinamakson Firması'nın Therapia'da inşa ettiği muhteşem Summer Palace Hotel bir sene önce tamamlanmıştı.Fakat kimsenin gelip kalmak istememesi sebebiyle otel boş kalmıştı ve firma iflasa sürükleniyordu.O zamanlar İstanbul'un yazlıkçıları Büyükada'yı tercih ediyorlardı.Kaybedilen ve kaybedilecek yeni zararlardan korkan İstanbullular toplu halde Boğaz'a taşındılar.Summer Palace Oteli birdenbire doldu.Bu zorunlu izdiham Therapia'nın güzelliklerinden habersiz olanlara bunları tanıma fırsatını verdi.Böylece Marmara'daki felaket Boğaz'ı popüler yaptı.Summer Palace 1.Dünya Savaşı'na kadar halkın ilgisini çekmeye devam etti.Bu otel tüm faaliyetlerin merkezi Therapia'nın kalbiydi.Her sabah deniz tesislerine yüzmeye gidiyorduk.Kortlarında tenis oynuyorduk ve bisiklet pisminde yarış yapıyorduk.Büyüdüğümüz zaman her cumartesi gecesi düzenlenen balolardan hiç eksik kalmazdık.
Summer Palace inşa edildiği zaman insanların çoğu,özellikle küçük ve eski oteller olmak üzere Threapia'daki diğer otellere acıyorlardı.Çünkü kimsenin buralara ayak basmayacağını düşünüyorlardı.Fakat tam tersi oldu.Summer Palace Therapia'ya o kadar çok insan çekti ki,küçük otellere sadece fazla para harcamak istemeyenler gidiyordu.Böylece bu durum Summer Palace Oteli gibi büyük fakat daha ucuz olan ikinci bir otelin daha inşaa edilmesine sebep oldu :Hotel Tokatlıyan.Bu yeni otel de Summer Palace gibi hep doluydu.
1894'ün sonbaharında Boğaz'da çok uzun kaldık.Yeni bir deprem korkusu bizi orada tutuyordu. Kış bizi Therapia'da yakaladı.Şiddetli yağmurlarla başladı ve karla son buldu.Fakat bu hava bizim için ne eğlenceydi ! Evde şömineler,gaz sobaları ve mangallar yanıyordu.
Erken soğuk,bol balık ve çulluk getirdi.Çullukları evimizin bahçesinde vuruyorlardı.Abraham isimli bir Ermeniye ait bir arazide karaca ve yaban domuzu vuruyorlardı.Abraham'ın arazisi evimizden sadece altı km uzaktaydı. Abraham, arkadaşları için sürek avları düzenlerdi.Bir keresinde Abraham Paşa'nın konağında verdiği bir yemekte arkadaşlarına çeşitli av hayvanlarıyla birlikte ayı ve kirpi de sunduğunu ve mönünün çok ses getirdiğini hatırlıyorum.
Büyük balıklara gelince,bunları Threpia körfezinde bile yakalıyordun.Palamut sürülerinin geçişleri benzeri görülmemiş bir durumdu.Kayıklar İstanbul'a öyle bir dolu gidiyorlardı ki bazen yolda batıyorlardı.
Kış gecelerinde, topladığımız kestaneler akşamları etrafında oturduğumuz mangalda pişirilirdi.Bu da bir eğlenceydi.Bazen biz çocuklardan biri dikkat etmez ve topladığımız kestaneleri yarmadan kor ateşe koyardı. O zaman da patlamalar başlardı.Annem haklı olarak bize çok kızardı.
(YORGO L. ZARİFİ-HATIRALARIM)
|